Son haftalarda sıkıntılı bir görüntü çizen Beşiktaş’ta Slaven Bilic’in artık plan değişikliğine gitme vakti gelmişti ve Kayseri Erciyesspor maçında ortaya bir B Planı koydu
20’nci yüzyılın en iyi reklam kampanyası, Türkiye’de “vosvos” ya da “tosbağ” adıyla bilinen Volkswagen Beetle arabaları için 1959 yılında hazırlanan “Think Small” (Küçük Düşün) sloganlı kampanyadır. Hitler’le özdeşleşmiş bir arabayı İkinci Dünya Savaşı’ndan yalnızca 15 yıl sonra Amerikanlara dahi satmayı başaran bu kampanyayı özel kılan şeyse, dönemin son derece konforlu ve pahalı Amerikan yapımı otomobillerine kıyasla bu küçük, çok fazla hızlı gitmeyen, gösterişsiz ama işlevsel ve basit olan Alman yapımı otomobili tıpkı kendisi gibi basit bir ilanla tüketiciyi satın almaya ikna etmeye çalışmasıydı. Ve gerçekten de bu kampanya, hayal pompalamak yerine gerçeklerden bahsettiği ve tüketiciyle dürüst bir ilişki kurduğu için bu küçük, çok fazla hızlı gitmeyen, gösterişsiz otomobili, otomobil sahibi olmanın çok büyük lüks ve zenginlik belirtisi olarak sayıldığı bir dönemde Amerikalılara satmayı başardı.
Sezonu temmuz ayında açan, en önemlisi de stadı olmadığı için hemen hemen her maçı başka bir statta oynamak zorunda kalan ve bu yüzden de her 56 saatte bir uçan Beşiktaş’ta oyuncuların son haftalardaki yorgun, artık gitmeyen hâlleri de takımda bir değişime ihtiyaç olduğunu gösteriyordu. Bilic’in, varlığından pek emin olamadığımız B planına artık geçmesi gerekiyordu.
Bilic’in takımı çok pahalı ya da gösterişli olmayan ama çok nadir görülebilen güzellikte bir basitliğe sahip sevimli bir takım. Tıpkı vosvos arabalar gibi. O halde Bilic’in geçmesi gereken B planının başlığı da belliydi: Küçük düşün!
Bu kampanyaya ait ilanlardan iki örnek başlık verelim: “Deneme sürüşü için doğru günü seçerseniz, yol sırf sizin olur.” Ya da “Otomobili daha hızlı yaptık, motoru daha yavaş çalışır.” Bilic’in B planının da kuşkusuz bir deneme sürüşüne ve bunun için de doğru bir güne ihtiyacı vardı. O gün, dündü. Uzun zamandır yavaşlayan otomobili, yeniden hızlandırma zamanıydı.
Beşiktaş, son zamanlarda rakip ceza sahasına ikiden fazla oyuncu sokmakta inanılmaz zorlandığı için, gol atabilmek için o kadar uğraşıyor, kendisini o kadar paralıyordu ki bu durum zaten yorgun olan motoru daha fazla yoruyordu ve maçların 60’ıncı dakikasından itibaren de vosvos istop ediyordu. Demba Ba ve Olcay’ın başını çektiği kilit oyuncularının uzun süredir kötü görünmelerinin başlıca nedeni de buydu. Sezon başında işleyen oyun artık işlemiyordu ve üstüne “yeni oyunlar” kurmak gerekiyordu.
Slaven Bilic ise dün tam da gerektiği gibi “küçük düşündü”. “Takımım yorgun, üç gün sonra da Brugge’le rövanş maçına, hemen ardından da Kadıköy’de derbi maçına çıkacağız. Fazla yıpranmadan, gole kolay ulaşmalıyız” dedi. Ve Demba Ba’nın yanına, ceza sahasında bulunacak, santrfor özellikli bir oyuncu daha yerleştirdi: Mustafa Pektemek.
Slaven Bilic ise dün tam da gerektiği gibi “küçük düşündü”. “Takımım yorgun, üç gün sonra da Brugge’le rövanş maçına, hemen ardından da Kadıköy’de derbi maçına çıkacağız. Fazla yıpranmadan, gole kolay ulaşmalıyız” dedi. Ve Demba Ba’nın yanına, ceza sahasında bulunacak, santrfor özellikli bir oyuncu daha yerleştirdi: Mustafa Pektemek.
Beşiktaş sezon başında da bu ikiliyle başlamış ve çok da iyi başlamıştı. De Kuip’te 2-1 mağlup edilen Feyenoord, Olimpiyat Stadı’nda karşısında Demba Ba-Mustafa Pektemek’li bir Beşiktaş bulmuş ve Demba Ba’nın taraftarın önündeki ilk maçında hat-trick yapmasıyla da “bir Türk takımını eleyemeyen ilk Hollanda takımı” unvanıyla ülkesine geri dönmüştü.
O maçtan sonra Beşiktaş çok az 4-4-2 dizilişiyle sahaya çıktı (kazanılan Balıkesirspor maçının ikinci yarısı ve Başakşehir maçı gibi). Tabii ki bunda takımın diğer santrforları Cenk Tosun ve Mustafa Pektemek’in uzun süreli sakatlıklarının da payı vardı ama bu oyuncular sağlamken de Bilic 4-2-3-1’den çok az vazgeçmişti.
Dün ise hem Mustafa, hem de Cenk’in dönüşleri; üstüne Atiba ve Sosa’nın sakatlıkları ile Oğuzhan’ın beklenen verimliliğinden uzak olması ve haftalardır, “Elleme, baba yorgun!” modunda sahada gezinen Ba’nın yükünün hafifletilmesinin gerekmesi, Bilic’i “küçük düşünüp” yeniden 4-4-2’ye geçmeye itti. Harika da oldu.
O maçtan sonra Beşiktaş çok az 4-4-2 dizilişiyle sahaya çıktı (kazanılan Balıkesirspor maçının ikinci yarısı ve Başakşehir maçı gibi). Tabii ki bunda takımın diğer santrforları Cenk Tosun ve Mustafa Pektemek’in uzun süreli sakatlıklarının da payı vardı ama bu oyuncular sağlamken de Bilic 4-2-3-1’den çok az vazgeçmişti.
Dün ise hem Mustafa, hem de Cenk’in dönüşleri; üstüne Atiba ve Sosa’nın sakatlıkları ile Oğuzhan’ın beklenen verimliliğinden uzak olması ve haftalardır, “Elleme, baba yorgun!” modunda sahada gezinen Ba’nın yükünün hafifletilmesinin gerekmesi, Bilic’i “küçük düşünüp” yeniden 4-4-2’ye geçmeye itti. Harika da oldu.
Pektemek dün Beşiktaş’ın kilit adamıydı. Top Beşiktaş’tayken Ba’yı rahatlattı; top rakipteyken de hem orta sahaya destek oldu, hem de hücumdaki pres gücü sayesinde de savunma hattının iş gücünü azalttı. Öyle ki, Beşiktaş dün ilk yarıda rakibine yalnızca bir şut (o da isabetsiz) atma imkânı tanıdı. Bu, ligde şu ana kadar bir rakibine en az şut attırdığı 45 dakikaydı. Alışılmış kadronun dışına çıkılıp, orta sahadan bir oyuncunun yerine bir santrforun girdiği maçta bu başarıldıysa, bunda Pektemek’in çalışkanlığının payı çok büyük.
25’te perdeyi açan gol öncesinde de presiyle topu takımına kazandıran isim yine oydu. Bu kadar övgü yeter, biraz da golün sahibi Gökhan Töre’den konuşalım. Elvir Bolic’in Old Trafford’da attığı golün bir benzerini atan Gökhan’ın rakibine çarparak kaleye giren vuruşu elbette bir şans golü olarak görülebilir. Ne var ki Beşiktaş’a geldiğinde profesyonel kariyerinde golü bulunmayan Gökhan’ın dün itibarıyla Beşiktaş’taki 13’üncü golünü atması kesinlikle tesadüf değil çünkü Gökhan artık sahada yeteneklerinin tamamen farkında olarak hareket ediyor, karşı kaleyi düşünüyor ve yavaş yavaş Beşiktaş’ın en önemli skor gücü hâlini alıyor. Gökhan büyüyor ve Avrupa’nın dev kulüplerinin gözlediği yolunda hızlı adamlarla yürüyor (Gökhan’ın yolu aşağıda ektedir).
35’teyse Olcay, ilk yarıdaki Trabzonspor maçında Papadopoulos’a yaptığı hücum presinin aynısını bu sefer yine Trabzonspor altyapısından yetişen Caner Osmanpaşa’ya yaptı, kaptığı topun ardından da Caner’den penaltıyı alarak kötü formundan çıktığını ve Bilic’in ondan neden vazgeçemediğini gösterdi. Ardındansa bir klasik yaşandı: Ba’nın Beşiktaş formasıyla attığı yedinci penaltıda da kaleciler doğru köşeyi bilemedi.
Ama Mustafa’nın varlığıyla özgürleşen Ba, bu sefer penaltı dışında da kalitesini konuşturacaktı. Bir hafta önce 70 metreden ceza sahasına harika bir top yollayan Necip’in pasını Atiba kontrol etmek isterken yanlışlıkla gol yapmış ve bunu da maç sonunda tüm içtenliğiyle itiraf etmişti. Dün ise Necip sağ kanattan yine ceza sahasına doğru aynı harikalıkta bir uzun pas daha yolladı. Topu aynı harikalıkta kontrol eden Ba’nın Olcay’a asistiyse bu sefer yanlışlıkla değil, tamamen bilinçliydi ve buram buram Premier Lig santrforu kokuyordu.
Golden sonra su içmek için kenara gelen Necip’ten kendisini öpmesini isteyen Bilic ile Necip arasında geçen sıcak (!) dakikalarsa Beşiktaş’ın bu sezonki en güzel ilk yarısına yakışır bir kapanıştı.
Ama Mustafa’nın varlığıyla özgürleşen Ba, bu sefer penaltı dışında da kalitesini konuşturacaktı. Bir hafta önce 70 metreden ceza sahasına harika bir top yollayan Necip’in pasını Atiba kontrol etmek isterken yanlışlıkla gol yapmış ve bunu da maç sonunda tüm içtenliğiyle itiraf etmişti. Dün ise Necip sağ kanattan yine ceza sahasına doğru aynı harikalıkta bir uzun pas daha yolladı. Topu aynı harikalıkta kontrol eden Ba’nın Olcay’a asistiyse bu sefer yanlışlıkla değil, tamamen bilinçliydi ve buram buram Premier Lig santrforu kokuyordu.
Golden sonra su içmek için kenara gelen Necip’ten kendisini öpmesini isteyen Bilic ile Necip arasında geçen sıcak (!) dakikalarsa Beşiktaş’ın bu sezonki en güzel ilk yarısına yakışır bir kapanıştı.
İkinci yarının açılışı da aynı güzellikte oldu. Sahip olduğu yetenekleriyle çok daha farklı yerlerde olması gereken Royston Drenthe öyle bir frikik golü attı ki, Beşiktaşlılara bile “İyi yedik ha! Güzel yedik! Yalnız bayağı yedik ha! Ama iyi yedik! Fakat ne yedik be! Kâbul edelim, güzel yedik!” dedirtti. Tabii bu gol öncesi faulü yapan Ersan Gülüm’ün, takımına böyle daha birçok harika gol yedirmek istemiyorsa ikili mücadelelere daha dengeli girmesi şart. Brugge maçında da rakibin en büyük tehlikeleri olan duran toplarda hep onun imzası vardı.
Drenthe’nin bu golünden sonra Beşiktaş bir süre oyun üstünlüğünü rakibine verse de bu çok uzun sürmedi. Bunda Tolgay’ın da payı çok büyüktü. Son zamanlarda Sosa’nın 10 numaradaki muadili olarak görülen Tolgay, dün geriye gelip top alışlarıyla, başta Edinho’yla olmak üzere omuz atıp kazandığı ikili mücadelelerle ve bu top çalışların hemen ardından dikine pasları ya da driplingleriyle 10 numara değil, üst düzey bir çift yönlü orta saha oyuncusu olduğunu herkese göstermiş olmalı.
Drenthe’nin bu golünden sonra Beşiktaş bir süre oyun üstünlüğünü rakibine verse de bu çok uzun sürmedi. Bunda Tolgay’ın da payı çok büyüktü. Son zamanlarda Sosa’nın 10 numaradaki muadili olarak görülen Tolgay, dün geriye gelip top alışlarıyla, başta Edinho’yla olmak üzere omuz atıp kazandığı ikili mücadelelerle ve bu top çalışların hemen ardından dikine pasları ya da driplingleriyle 10 numara değil, üst düzey bir çift yönlü orta saha oyuncusu olduğunu herkese göstermiş olmalı.
77’deyse, o dakikaya kadar ceza sahasında topla buluştuğunda sakin kalmak dışında çok yararlı bir oyun oynayan Mustafa Pektemek, topu artık zorla, döve döve rakip kalenin içine sokmayı başardı ve bu gole en az kendisi kadar bütün takım arkadaşları çok sevindi. Başta Ba olmak üzere… Aslında Mustafa’dan önce golü o da yapabilirdi ama yapmadı, Mustafa’nın ihtiyacı olduğu için onun atmasını istedi ve maç boyunca kendisini çok rahatlatan ekürisiyle çılgınlar gibi golü kutladı. Senegalli, gerçekten çok özel bir adam.
2 dakika sonra gelen Ramon Motta’nın golüyse Beşiktaş’ın Bilic yönetiminde bir maçta attığı ilk “beşinci gol”dü. Bu golden çok daha önemli olan; Fenerbahçe maçı öncesi kart sınırındaki Ba, Gökhan ve Veli’nin kart görmeden maçı tamamlayabilmeleriydi.
Beşiktaş, hem kendi maçından önce Galatasaray’ın, hem de kendi maçından sonra Fenerbahçe’nin puan kayıplarıyla birlikte çok önemli bir 3 puanı ve yeniden puan farkıyla liderliği kazandı. Her şeyden önemlisi ligde ve Avrupa’da bundan sonra işine çok yarayacak olan ciddi bir özgüven kazandı. Şimdi bu özgüveni hafta içi Brugge önünde 70 bin taraftarının karşısında ve hemen ardından yıllar sonra ilk defa lider gidecekleri Kadıköy deplasmanında pekiştirmek isteyecekler.
Yazının başında bahsettiğimiz “Küçük Düşün” kampanyasını yöneten ünlü reklamcı William Bernbach şöyle der: “Kamuoyunu ölçmekle o kadar meşgulüz ki, onu şekillendirebileceğimizi unutuyoruz. İstatistikleri dinlemekle o kadar meşgulüz ki, onları yaratabileceğimizi unutuyoruz.” Slaven Bilic ve takımı, dün itibarıyla kendilerine aşırı efor sarfettiren tüm gereksiz meşguliyetlerinden kurtuldu. Onlar için artık kamuoyunu şekillendirme ve istatistikleri yaratma zamanı…
(FourFourTwo)